Giriş Yapın

Facebook ile Bağlan Sizin adınıza paylaşım ve izinsiz gönderim yapmıyoruz.

Oyun Parkı

Oyun Parkı

Çocukları oyun parkına götürmek için harika bir gün. Naime babaanne torununu, birkaç sokak ötede oturan Başak Hanım da üç yaşındaki çocuğunu hızlıca hazırlayıp çıkıyorlar evden.

Güneş sarı saçlarını yeryüzüne boylu boyunca sarkıtmış. Rüzgâr, derdi kederi süpürüp atmış. Deniz; masmavi gözü, kıyılarında köpüklü süsü ile eşsiz bir tablo hazırlamış seyircilerine. Bulutlar tüy hafifliğinde beyaz beyaz gülümsüyorlar. Çocukları oyun parkına götürmek için harika bir gün. Naime babaanne torununu, birkaç sokak ötede oturan Başak Hanım da üç yaşındaki çocuğunu hızlıca hazırlayıp çıkıyorlar evden.

“Seni daha önce bu parkta görmedim”

Çocuklar parkta pür neşe eğleniyorken Naime teyzenin kilolu vücudu taşıdığı yükün altında yorulmaya başlıyor. En yakınındaki ahşap banka ilişiveriyor. Az sonra yanına aynı dertten mustarip genç anne Başak da oturuyor. Naime teyze her zamanki meraklı tavrıyla;
- Seni daha önce bu parkta görmedim, diyor.
- Buraya yeni taşındık diye cevaplıyor Başak. İşte bu girizgâh giderek sıkıcı bir röportaja dönüşecek konuşmanın başlangıcı oluyor.
Naime teyze, Başak’ın tezahür etmeyen merakını tetiklemek istercesine başlıyor anlatmaya. Sağlık sorunları, yaramaz torunu, gamsız gelini derken, soluklanma ihtiyacı duyup biraz da Başak anlatsın istiyor.
- Çocuklardan hangisi senin? Dur tahmin edeyim. Şu çilli suratlı, turuncu kafalı olan değil mi? Aynı sana benziyor.
Başak biraz bozulsa da çok üzerinde durmuyor. “Evet” diyor cılız bir ses tonuyla. Hız kesmeden soruyor teyze:
- Kaç çocuğun var?
- Bir tane.
- Ne! Bir mi? Bir olmaz evladım. En az bir tane daha yapman lazım. Bak yaşın da geçkince. Derhal harekete geç, turuncu kafayı kardeşsiz bırakma.
- Otuzuma daha yeni girdim. Ayrıca çocuğumuza çok uzun ve çok zorlu tedaviler sonrası kavuştuk biz. Hem birkaç gerçek dost yeri geldiğinde kardeş gibi hatta bazen kardeşten de yakın oluyor bence.
- Kızım sen beni dinle. Dediğimi yap. Allah muhafaza çocuğunun başına bir hal gelse kalırsın öyle bir başına.

Bitmeyen sorular ve yorumlar

“La havle” çekiyor içinden Başak. Ama durmuyor Naime teyze. Gözlerini çocuğa doğru belerterek soruyor aksi aksi:
- Neyle besliyorsun sen bunu? Pek de cılız, senin tersine, deyip çantasından plastik bir kutu çıkarıyor. İçine özenle dizdiği parmak kalınlığındaki dolmaları büyük bir iştahla yemeye başlıyor. Dört beş tanesini yedikten sonra kutuyu uzatmadan soruyor: “Sen de ister misin?” Dişine yapışan yeşil lahana kırıntısını görmezden gelerek “Hayır, teşekkür ederim.” diyor Başak.
Naime teyze kendini yemeğe kaptırmışken usulcacık uzaklaşmak istiyor yanından. Ama nafile. Tam hamle yaptığı sırada yorumunu yapıştırıyor teyze:
- Haklısın tabi yememekte. Yıllar geçse de doğum kilolarını vermek öyle kolay olmuyor. Benim gelinim fidan gibi. Doğumdan hemen sonra spora başladı. Dışarıda hamburgerdir, koladır, cipsdir böyle şeylere hiç tevessül etmez. Benim yaptığım ev yemeklerini yer.
Başak’ın cevabını boğazına düğümleyerek bir başka ahiret suali daha yöneltiyor:
- Emzirdin değil mi sen bu çocuğu? Kaç ay emzirdin bakayım?
- İki yaşına kadar emzirdim. Biraz zayıf ama son derece sağlıklı. Kilo sağlık demek değildir, malum.
Naime teyze beğenmediği bu cevabı bir başka soruyla geçiştirmeyi tercih ediyor:
- Çalışıyor muydun sen?
- Evet çalışıyorum.
- Peki işteyken kim bakıyor bu çocuğa?
- Bakan bir ablamız var.
- Yani çocuğunu, yani biricik evladını, yani göz bebeğini bakıcılara emanet ediyorsun, öyle mi?
- Tabi her gelin, her çocuk sizinkiler kadar şanslı olamayabiliyor diyor Başak, müstehzi bir ifadeyle. Çalışmıyorum desem kesin bu kez de ‘bu zamanda tek maaşla geçim mi olur diyecek’ diye geçiriyor içinden.

İnsanın bir iç sesi olur

Konuşma ilerlerken ağzına birkaç dolma daha atıp lafları yuvarlaya yuvarlaya “Deminden beri diyeceğim diyeceğim bir türlü sıra bulup söyleyemedim.” diyor, şişkin yanaklarıyla, şaşırıp kalıyor Başak.
-Bak evladım, sen bu sonbahar güneşine aldanıp incecik giydirmişsin bu çocuğu. Baldır bacak çıplak, üşütür, hastalanır maazallah. Gece gece acillerde dolaştırıp daha da helak etmek mi istiyorsun sen bu sabiyi.
- İyi de teyzeciğim. Hareket halinde zaten. Neden üşüsün? Tam tersi terliyor. Terlemeye yatkın bir bünyesi var onun. Sarıp sarmalarsam kıyafetleri terden büsbütün ıslanır. Asıl o zaman hastalanır.
- Ah kafa! Her şeyi sordum adını sormadım kızım. Adın ne senin? Parkta gördüğümde isminle seslenir, yanıma çağırırım, iki sohbet ederiz.

Bu soru karşısında boş bulunup “ismim Başak” diyor genç anne. Sonra dilini ısırıyor. ‘Sen iyice şaşırdın, senin basiretin bağlandı galiba,’ diye kendi kendine kızıyor. O an, o bankı terk edip gidemediğine de kızıyor. Celladına âşık mahkûm gibi dinlemeye devam ediyor.
- Benim adım da Naime. Bana hiç çekinmeden ‘Naime teyze’ diyebilirsin, yok yok teyze olmaz. ‘Naime abla’ de sen en iyisi. Dolmayla dolu ağzı bir kamyon dolusu lafla daha da tıkanıyor. Tık nefes bir halde devam ediyor sorgusuna:
- Her neyse bak Başak kızım, dikkat ettim de seninki hiç konuşmuyor. Diğer çocuklarla da pek temas kurmuyor. Konuşma geriliği mi var acaba? Belki de zekâ geriliği. Zor bir doğum muydu? Akraba evliliği miydi? Eyvahlar olsun, yoksa yataktan mı düşürdün sen bu havuç kafayı? Doktora bir danışsaydın ya. Benim torunum bir yaşını bir ay geçe bülbül gibi şakımaya başladı.

Öfkesini kontrol etmekte giderek zorluk çeken Başak daha fazla dayanamayıp sazı eline alıyor: 
- Aaaaaa! Ama olmaz ki böyle teyzeciğim. İnsanın bir iç sesi olur. Bir kısmını da içinden, kendi kendine konuşur. Sen aklına gelen her şeyi boca ettin üstüme! Ne zor doğum oldu, ne akraba evliliği oldu, ne de yataktan düştü yavrum. Ne aklı kıt. Ne az emdi. Ne de çok terledi. Gayet sağlıklı. Yaşının kelimelerini söylüyor, yaşının cümlelerini kuruyor. Sadece yeni girdiği ortamlara alışması için biraz zaman gerekiyor.

Başak’ın sinirli çıkışını duymazdan gelerek homini gırtlak devam ediyor sözlerine:
- Neyse epey büyümüş, konuşur elbet. Hiç canını sıkma sen. Zor zamanları atlatmışsın. Birkaç seneye tamamen kurtulur, rahatlarsın.
-  Pardon! Neyden kurtulurum? Neden rahatlarım? Anlayamadım?
- Neden olacak, çocuğun derdinden, yükünden diyorum, büyüyor ya hani…
- İlahi Naime Hanım Teyze… Çocuk neden yük olsun! Benim çocuğum sırtımda taşıdığım bir kum torbası mı? Kurtulmam gereken bir sıkıntı, çözmem gereken bir sorun yumağı mı? O benim biricik, tatlı meleğim. O, şimdiye kadar bana ve eşime sunulmuş en büyük armağan; sevgiye, ilgiye muhtaç en nadide fidan. Bize yaşattığı her gün ayrı güzel. Her yaşı ayrı özel. O bizim yaşama sevincimiz, ışığımız, yazımız, baharımız. Elimizde eşsiz bir sanat eserine dönüşecek bembeyaz sayfamız, tertemiz tuvalimiz, o.

Çocukluk bir an önce geçmesi gereken bir süreç mi?

Özel hayatının detaylarını hiç tanımadığı bu kadına bir çırpıda anlatmış olmanın verdiği pişmanlıkla derin derin nefes alma ihtiyacı duyuyor Başak. Sakinleşmesi için başını şefkatle okşamaya, gözlerindeki ılık nemi uzaklaştırmaya gelen anaç rüzgâra teslim olup kendini toparlamaya çalışıyor. Konuşacak gücü bulduğunda da ‘üçüncü şahısların, üzerine vazife olmayan ailevi meseleler hakkında yorum yapmalarının nezaketsizlik olduğu’ uyarısını gönülsüzce bir kenara koyup çocukların bir yük, çocukluğun ise bir an önce geçip gitmesi gereken zorlu bir süreç olmadığını iyice vurgulamak istiyor:
- Şimdiye kadar hep siz sordunuz. İzin verirseniz şimdi de ben sormak istiyorum Naime Hanım teyze. Evlat, torun, torba sahibi bir insan olarak hem size, hem sizin kadar tecrübeli olmayan kendime de soruyorum aslında: Biricik evlatlarımızın, inci mercanlarımızın bize katmış oldukları zenginliklerin farkında mıyız acaba? Dünyayı onların tertemiz pencerelerinden; saf, masum gözlerinden görebildiğimizin; çoğu zaman özlemle yâd ettiğimiz çocukluğumuza onlarla yeniden dönebildiğimizin; yanlarında neşeyle, özgürce, sadece kendimiz olabildiğimizin; rengârenk hayaller kurup, doğayı, canlıyı, cansızı birlikte yeniden keşfettiğimizin gerçekten farkında mıyız?
Gözlerimizin içine tüm sahicilikleriyle bakarlarken, minik parmaklarıyla yüzlerimizi okşayıp ellerimizi tutarlarken; küçük kalplerindeki büyük sevgiyi kucak kucak sunarlarken; “anneciğim, babacığım, babaaneciğim seni çok seviyorum” diye sık sık tekrarlarlarken, cümle yorgunluklarımızı alıp götürdüklerinin idrakinde miyiz?

Soruyorum size; evlat sahibi olabilmek için sağlık sorunlarıyla boğuşan, varını yoğunu ortaya döken, yerimizde olmak isteyen onca insan varken, böyle olağanüstü bir hediyeye acaba nasıl olur da bir yük gözüyle bakılabilir, böyle güzel bir serüven acaba nasıl olur da bir an önce savuşturulması gereken bir süreç  olarak algılanabilir, lütfen söyler misiniz?

Cevabını alamayacağı soruları sorup içini döktükten sonra “Hadi bana müsaade,” diyor Başak. Çocuğunu kucaklayıp hızlı adımlarla uzaklaşıyor parktan.

İçinden, “Aman iyi, kaç git hemen. Siz gençlere de bir şey söylenmiyor zaten.” diyor Naime teyze. Az sonra yanına oturan bir başka anneye, kalan son dolmayı  ikram edip etmemekte kısa bir tedirginlik yaşadıktan sonra tabağı sünnetleyip soruyor: “Seni daha önce bu parkta görmüş müydüm acaba?”

İlginizi Çekebileceğini Düşündüğümüz Diğer Haberler
FACEBOOK YORUMLARI
ANNEBEBEK ÜYELERİ NE DİYOR?

Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.

Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..