Giriş Yapın

Facebook ile Bağlan Sizin adınıza paylaşım ve izinsiz gönderim yapmıyoruz.

İlk Adım

İlk Adım

Evrende bir ömre sığmayacak kadar gezilip görülesi yer varken, neden hala harekete geçemiyorum? Hayalini kurduğum seyahati neden hep erteliyorum? Neden başka başka dünyalara, dostluklara kapı aralamıyorum?

Evet, pek çoklarının üzerine basıp geçtiği küçük bir karınca olabilirim. Evet, vücudum ufacık, adımlarım minik, mini minnacık. Üstelik görme yeteneğim de oldukça zayıf. Kuvvetli bir rüzgârla savrulacak kadar; benden güçlü başka pek çok canlının merhametine sığınacak kadar acizim belki. Diğer yandan bütün bu tehlikelere rağmen hala hayattayım, nefes almayı başarmaktayım. O halde yola koyulup kendi mucizemi gerçekleştirmeyi de pek ala başarabilirim öyle değil mi?

Yapmam gereken tek şey kendime inanmak ve akabinde güzel bir seyahat planı hazırlamak. Kıta değiştirecek kadar büyük bir plan üstelik. Tıpkı İrem annem gibi…

Tıpkı İrem Annem Gibi…

İrem annem bir iş toplantısı için sabah erkenden İstanbul’dan Avrupa’ya uçacak. Birkaç ülke dolaşıp önemli toplantılara katılacak. Ben de ona fark ettirmeden yolluk çantasına yerleşeceğim. Gerçi fark etse de önemli değil. Biliyorum ki o çok merhametlidir. Bana ve familyama asla el kaldırmaz, evdeki kırıntıları bize çok görmez. Hatta bazen bizimle konuşur bile.

Kolonimle, biricik ailemle vedalaşmam tahminimden de uzun sürüyor. Canım anneciğim beni bu sevdadan vazgeçirmeye çalışsa da ikna edemeyeceğini anlayınca pes ediyor. Buruk bir sevinçle yuvadan ayrılıp geceyi mutfak tezgâhı civarlarında geçiriyorum. Sabah hazırlanacak yiyecek paketlerinin içerisine karışabilmenin en kestirme yolu bu zira.

Son hazırlıklar tamamlanmak üzere. O da ne? Ziyafet çantasını biraz daha büyük hayal etmiştim oysa. Kese kâğıdıyla yetineceğiz demek ki. En önemli handikap; azalan oksijenden çok İrem annemin bir şeyler yemek için torbaya elini her daldırışında duyacağım şiddetli ses. Olsun artık, yapacak bir şey yok. Ne demişler: “Kese kâğıdına giren terler.”
 

Planımı uygulamaya başlıyorum

Planım tıkır tıkır işliyor. “Ahh, yavaş İrem anne! Sandviçi çok bastırma üzerime, ayağım kırılacaktı az kalsın.” Neyse ki tam o esnada hareketleri yavaşlıyor. Sanki beni duyuyor. Sanki görünmez bağlarla bağlayız birbirimize. Yaşasın, en sevdiğim tatlıdan da almış yanına. Keşke biraz da çekirdek alsaydı. Çitleye çitleye giderdik. Ama yok, çok sevse de uçağın içinde katiyen yapmaz böyle bir düşüncesizlik. Birlikte harika bir ikili olacağız, bunu hissedebiliyorum.

Biraz nefeslenmek için kese kâğıdından kafamı dışarı çıkardığımda kendimi uçağın içinde buluyorum. Seri adımlarla cam kenarında bir yer edinip duyargalarımı harekete geçiriyorum. Antenlerim beni yanıltmıyorsa eğer manzara hayal ettiğimin de ötesinde. Şu anda bu devasa gökyüzünde yapayalnız hissetmek yerine kendimi gezegenin küçük ama önemli bir parçası olarak görüyorum. Evrenin varoluş çizelgesine insanlığın varoluşu yerleştirildiğinde; dünyada sadece saniyeler süresince varlık gösteren insanoğluyla mukayese edildiğinde, küçük bir karınca olarak payıma düşene razı olup anın tadını çıkarıyorum. Uçan böcek türlerinin bile bu kadar yükseğe çıkamadıkları bu yüce semada; neler başarabileceğimi görmek için çıktığım bu kozmik yolculukta özüme yönelip iç sesimi dinliyor, kendimle hiç duymadığım kadar gurur duyuyorum.
 

Yeni yol arkadaşım

Anons, iniş için alçalmaya başladığımızı söylüyor. Heyecanım giderek artıyor. Çarçabuk toparlanayım derken, kese kâğıdının bıraktığım yerde olmadığını görüyorum. Usulcacık İrem annemin bacaklarından omuzlarına doğru tırmanıyorum. O an birden dengemi kaybedip yan koltukta oturan esmer kız çocuğunun uzun saçları arasına düşüp milyon tane saç teli arasında iyiden iyiye kayboluyorum. Siyah sis perdesini yarıp İrem anneme ulaşmam asla mümkün görünmüyor.  Yol arkadaşım diğer yolcuların arasına karışıp gözden kayboluyor. Onu kaybetmenin verdiği korku ve çaresizlikle bu küçük kız ve onun ellerini sıkıca tutan annesinin hayatına istemsizce dâhil oluyorum. Yeni ekibim, uçaktan iner inmez çıkışa yönelmek yerine bağlantılı uçuş hattını kullanarak bir başka uçağa doğru ilerliyor. Olabildiğince sakin kalmaya çalışıp yola çıkarken her şeyi göze aldığımı kendime bir kez daha hatırlatıyorum. O hengâmede, karınca duasına başlayıp çizilen rotaya sadık kalmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.
 

Paris, Paris…

Saç yumağı beni bir hayli bunaltsa da iyi bir kamuflaj oluyor aslında. Ortamıma kısa sürede alışıyorum. Birlikte bir otele yerleşip biraz dinlendikten sonra yemek salonuna iniyoruz. Ben de esmer Rapunzel’in saçlarına tutunarak masaya iniyorum. Karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Konuşmalardan Paris’te olduğumuzu ve bir araç kiralayacağımızı anlıyorum. Yeni annem usta bir şoföre benziyor. Aracı Şanzelize Caddesi civarlarına park ediyor ve turumuza devam ediyoruz. Louvre Müzesi’ni bir apolet misali omuzlarda geziyorum. Saraylar, katedraller, kafeler eşsiz güzellikteler ve ilk defa göz hizama bu kadar yakınlar. Ertesi gün Eyfel kulesine çıkıp şehri oradan da izliyoruz. Bir sonraki gün Disneyland’a gidiyoruz. Walt Disney karakterleri, tur boyunca bizlere eşlik ediyorlar. Lunaparkta; atlıkarınca, dönme dolap, çarpışan oto ve daha önce hiç görmediklerimize bilet alıp çok ama çok eğleniyoruz. Akşam otele döndüğümüzde tatlı bir yorgunluk siniyor üzerimize. Uykuya dalarken yolda kaybolmak bazen iyi olabilir diye düşünmeden edemiyorum.

Ertesi sabah ekibimle birlikte kendimi bir başka uçakta buluyorum. Üç günlük Paris düşü sona ermiş olmalı. Acaba nereye gidiyoruz düşüncesiyle sık sık anonslara kulak kabartıyor, en nihayetinde uçağın İstanbul’a inecek olduğunu öğreniyorum. O sırada İrem annem burnumda tütüyor. Evet, gerçekten de burnumda tütüyor. Zira biz karıncaların koku alma duygusu çok keskindir. Onun uçağın içinde, beş altı sıra önümüzde oturduğunu anlamam uzun sürmüyor. Sevinçten deliye dönüyorum. Eğer gayret edersem uçak ininceye kadar ona ya da herhangi bir aksesuarına tekrar sokulabileceğimi tasavvur ediyorum. Rapunzel’in kokusunu son bir kez içime çekip ipeksi saçlarından kayarak kendimi yere bırakıyorum. O sırada servis başlıyor. Ezilmemek için türlü türlü hamleler yapıyorum. İki ileri bir geri derken gitmem gereken yol gözümde büyüdükçe büyüyor.  Ama biliyorum ki bu çırpınışlarım beni hem İrem anneme hem de öz aileme kavuşturacak.
 

Tekrar kavuşmanın mutluluğu…

Uçağın iniş takımları açıldığı sırada kendimi güçlükle de olsa İrem annemin kol çantasından içeri atıyor ve derin bir “oh” çekiyorum. Makyaj çantasına yaslanıp bir süre dinlendikten sonra yediği kruvasan kırıntıları ile bir güzel karnımı doyuruyorum. İrem annemin eşi bizi havalimanında karşılıyor. Birbirlerine sıkı sıkı sarılıyorlar. Araca binip yola koyuluyoruz. Konuşmalarına bakılırsa evi karınca basmış. ‘Acaba bizimkiler beni merak edince yollara mı döküldüler?’ diye geçiriyorum içimden. Bir an önce onlara kavuşmayı diliyorum.

Evdeki uzun karınca konvoyu bizi çok şaşırtıyor. Bu görkemli karşılama beni mest ederken İrem annemi düşüncelere gark ediyor. Neyse ki onları daha fazla telaşlandırmadan odalarımıza dağılıyoruz.

Yorgunluğumu attıktan sonra başımdan geçenleri dinlemek için can atan kolonimi daha fazla merakta bırakmak istemiyorum. Kimi ilgiyle, kimi gıptayla, kimi endişe dolu gözlerle beni dinliyor. Çocukluk hayallerime kadar geri sardığım konuşmamı şu sözlerle tamamlıyorum:


Sevgili Ailem;

Bilirsiniz, biz karıncalarla ilgili anlatılan bir hikâye vardır: Hemcinsimize sormuşlar “Nereye gidiyorsun ?” diye... O da “Sevdiğimin yanına’” demiş. “Bu ayaklarla varamazsın ki!” demişler... “Olsun” demiş karınca, “Varamazsam da yolunda ölürüm”. Sanırım benimkisi de o misal.

Yuvama dönebildiğime, bu biletsiz seyahati, bu eşsiz hayali gerçekleştirdiğime hala inanamıyorum. İnandığım şu ki cesaret; cüsse değil yürek işi; görmek gözün değil gönlün işi.

Yola çıkarken yol üzerinde karşılaşabileceğim çukurlara, tuzaklara endişelenmek yerine görebileceğim güzelliklere odaklanmayı seçtim ve hep güzelliklerle karşılaştım. Biliyorum, pek çoğunuza göre çılgınca bir maceraya atıldım.  Ve yine size göre bu çılgın macera tehlikeli hatta ölümcül bile  olabilir. Oysaki asıl ölümcül olan sıradanlaşıp her gün aynı şeyleri tekrar etmek değil midir? Asıl ölümcül olan hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek değil midir? Asıl ölümcül olan içimizdeki yaşam sevincini dizginlemek, keşif duygumuza ket vurmak değil midir?

Bana sorarsanız önemli olan yola çıkmak, yola gülümsemek ve sonuna kadar yola güvenmektir. Bazen kaybolsak da olasılıklar âleminde bizim için hazırlanmış başkaca harikulade planların var olduğuna inanmaktır. Önemli olan hayatı ne kadar uzun süre yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır. Şimdi lütfen içinize dönün ve kurduğunuz hayallere, tuttuğunuz dileklere ve hatta yitirdiğiniz ümitlere yine, yeni, yeniden, sarılın. Onlar sizin, en önemli içsel kaynaklarınız. Onlar sizin, yıldız tozuyla süslenmiş yarınlarınız. Onlar sizin tarafınızdan gerçekleştirilmeyi bekleyen emsalsiz rüyalarınız. Onlar sizde vücut bulacak kendisi küçük ama anlamı büyük ilk adımlarınız.

 

İlginizi Çekebileceğini Düşündüğümüz Diğer Haberler
FACEBOOK YORUMLARI
ANNEBEBEK ÜYELERİ NE DİYOR?

Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.

Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..