Giriş Yapın

Facebook ile Bağlan Sizin adınıza paylaşım ve izinsiz gönderim yapmıyoruz.

Dicle Keskinoğlu

GÖKYÜZÜNDEN GELEN GRİ TÜY

Dicle Keskinoğlu ile Röportaj: GÖKYÜZÜNDEN GELEN GRİ TÜY

Dergimizi sürekli takip edenler ya da küçük çocuğuna kitap arayanlar Dicle Keskinoğlu ismini bilirler. Esprili dili, gülen yüzü ve pozitif enerjisi ile gerçekten etrafına neşe saçan, naif bir annedir.  Son kitabı; “Gökyüzünden Gelen Gri Tüy” bir resimli çocuk hikayesi… Keyifli, gülümseten, sıcak bir akışı var. “Galiba çocuk tarafım, annesinin pastanesinde resim yapan kız, yetişkin tarafım da koşmayı bırakıp gökyüzüne kafasını kaldırıp bütün tüyleri gören, üzerine düşünen, hatta düşünmek için olduğu yerde bir kaç dakika sabit duran birisi olmak istiyor.” diyerek kitabını anlatan Dicle Hanım’a daha nice kitaplar diliyoruz.

Covid-19 salgınından dolayı hepimizin evlere kapandığı bir döneme geldi yeni kitabınız. Kitap hakkında konuşmaya başlamadan önce sormak istiyorum; sizin evde durumlar nasıl? Üç çocuk zorluyor olmalı? Neler yapıyorsunuz? Vaktiniz nasıl geçiyor?

Aslında şöyle demek daha doğru olur belki; 2020 yılı hepimiz için yeni bir döneme denk geldi. Her anlamda yeni... Normal sandığımızın aslında “normal” olmadığını anladığımız, ya da “anormal” kabul ettiğimizi mumla aradığımız ilginç ve belki de bir daha eşine rastlanmayacak bir dönemdeyiz. Evimizdeyiz... Tüm dünya evdeyiz. Belki de en çok olmamız gereken yere, bir virüs münasebetiyle yerleştirildik. Bu kadar dışa dönük yıllara denk geldiği için de şaşkınız.
Kendi hanem adına diyebilirim ki, biz de şaşkındık. Ama artık değiliz. Belki bekar ve çocuksuz olsam halen daha adapte olmaya çalışıyor olabilirdim. Fakat çocuklarınızla entegre bir yaşam içerisinde, “adaptasyon” için tanınan süre pek fazla değil. Siz alışacak ve beden dilinizle “bakın ben alıştım siz de alışabilirsiniz” diyeceksiniz ki, onlar da rahatlıkla alışabilsin. Ya da aksine başka bir tercih olarak, “bakın ben bile uyum sağlayamadım” alt metnini geçecek olursanız da, ailece bocalayacaksınız.
Üç çocuk zorlamıyor aslında. Üç çocuğun duygu durumlarıyla baş etme çabası zorluyor. Ya da bilmiyorum benim için en zorlayıcı her zaman bu oldu. Ancak ilginç de bir şey oldu, duygularımız biraz daha senkronize oldu. Mekansal limitimiz evimizin odalarıyla sınırlı olunca, takdir edersiniz ki, her şeyi beş kişi yapmaya başladık. Birlikte endişe edip, birlikte eğleniyoruz. Birlikte gülüp birlikte sıkılıyoruz sanırım. Bir de itiraf etmem gerekir ki, hepimizin kendine güveni arttı. Malum artık tırnağımızı kesmek için bile profesyonel desteğe ihtiyacımız olduğuna inandığımız bir sistemin dişlisi haline gelmiştik. Fakat duvarlar arasında nasıl ki duygularımızın nispeten senkronize ilerlediğini söylediysem, temel ihtiyaç ve işleri de bölüştük. Birlikte yemek de yaptık, temizlik de yaptık, oda da topladık, oyun da oynadık ağladık ve güldük. Bunları hep birlikte yaptıkça elimizin ayağımızın çok şükür tuttuğuna, birlikte altından kalkamayacağımız iş olmadığına inandık. Ne kadar sürdürülebilir olduğunu hepimiz yaşayıp göreceğiz, ancak şimdilik durum bu.
Vaktimiz, ne ara akşam, ne ara sabah olduğunu anlayamayacak kadar dolu geçiyor. Zaten kızların hafta içi öğleden sonraya kadar online eğitimleri var. Sonra ödev yapıyorlar. Oğlum da, en küçük kardeş misyonunu başarıyla sürdürüp; ya odaları dolaşıp cebren ve hile ile online programın ortasına giriyor, ya da şayet odalar arasında internetten düşenleri kaldırmaya çalışmıyorsam ve işlerimi de tamamladıysam, benimle kurabiye yapımından, çadır kurumuna, tamircilikten, Legodan kule yapma şampiyonasına uzanan değişik yelpazedeki oyunlardan oynuyor. Bence herkes en çok “sabır” oyununu oynuyor. Herkes yaşı oranında sabra tabii tutuluyor. Eğer sağ salim atlatırsak, bunun herkese günlük hayatında yardımcı olacağını inanıyorum.

Kitabınıza gelecek olursak; Gri Tüy’ün büyük şehirdeki yolculuğu çocukları farklı hikayelere götürüyor. Çocukların merkezinde olduğu sıcak hikayeciklerin birleşmesi gibi… Kitabınızı sizden dinlemek isteriz.

Kitabım konusu itibariyle, malum gündemimiz için yazılmış gibi oldu. Kendimden başlayarak yetişkinlerin durmadan koşma hallerine ve bunun nereye varacağıyla ilgili kafamı çok meşgul ediyordum. Bu durum, aslında başından beri böyle değildi. Zamanında hepimiz, kafasını bolca gökyüzüne kaldıran, hatta sırf o sebeple takılıp durmadan düşen, yuvarlanan çocuklardık. Bence biz en çok “unuttuk”. Nasıl bir çocuk olduğumuzu, bu dünyaya henüz geldiğimiz yıllarda en çok nelere güldüğümüzü, nelerden mutlu olduğumuzu, başarıyla unuttuk. Bir de üzerine marifetmiş gibi, kızınca “çocuklaşma” dedik birbirimize, sanki çocuk olmak kabahatmiş gibi...
Hikayeyi yazarken aklımda hep bu düşünceler vardı. Çok da planlı, sonunu başını düşünerek yazmadığım hikayelerimden birisi... “İçimden geldi ve yazdım” diyebileceğim kadar “doğal” bir süreçti. 2019 Ağustos ayında yayınevime teslim etmiştim, Aralık’ta da yayımlandı. Çizimlerini sevgili Nesibe Çelebi hazırladı. Çok da iyi bir iş çıkardı. Biliyorsunuz, çizimler hikayeyi aynı çizgide desteklemezse, metnin tek başına hiç bir anlamı kalmaz. Hikayeyle örtüşen çok keyifli çizimler ortaya çıktı. Okuyanlar da oldukça beğendiklerini söylüyorlar. Benim de hoşuma gidiyor.

Kitapta, fark etmek, cesaret ve yaratıcılık temalarına rastlıyoruz. Vermek istediği duygu nedir?

Az önce de dediğim gibi aslında biraz yetişkinlik hallerine gönderme yapan biraz çocukların doğal meziyetlerini vurgulayan, belki de unutmamalarını hatırlatan bir hikaye oldu. Vermek istediği duygu demeyelim ama hitap etmek istediği kitle hem çocuklar hem de yetişkinler diyebilirim. Çocuklar unutmasın, mümkünse yetişkinler de hatırlasın.

Siz çoğunlukla çocuklarla bir araya geliyorsunuz, kitap okumaları yapıyorsunuz. Bu buluşmalar nasıl gidiyor(du)?

İyi gidiyordu. Sık sık okullarda, kitapçılarda ve kütüphanelerde onlarla bir araya geliyordum. Çocuklarla bir arada olmaktan çok keyif alıyorum. Her yeni kitabım çıkmadan önce beni heyecanlandıran en önemli detaylardan birisi de bu buluşmalar... Onların arasında olmadan, onların hikayenize bakış açılarını yüz yüze paylaşmadan, yeni kitaplarınızın üzerine farklı bir şeyler koymanız zor. Bazen öyle sorular sorup öyle cevaplar veriyorlar ki, hayret etmemek mümkün değil. Ayrıca hepsi son derece objektif birer eleştirmen... Sizi övdükleri kadar yeriyorlar da... Bu da hoşuma gidiyor. Bir de tabii size gözlerinin içi parlayarak süper star muamelesi yapan bakışları yok mu, hayran oluyorum. Kimi bir gece önceden henüz öğrendiği okuma yazmasıyla bir sayfa soru hazırlıyor, kimi resim yapıyor. Evine davet edenler, tekrar gel diyenler, ayrılırken sarılmaktan az kalsın düşürecekler, çok tatlılar... Bu dönemde elbette, pek çok etkinliğimi iptal etmek durumunda kaldım. Fakat evden yaptığım canlı yayınlar ya da kaydettiğim videolarla birazcık rahatladım. Karşımdaki, kocaman meraklı bakışlar yerine sabit bir ekran da olsa, ulaşması gereken yere ulaşacağını ümit ediyorum.

Farklı disiplinlerde kitaplarınız var. Gökyüzünden Gelen Gri Tüy’ün diğerlerinden ayrılan tarafı var mı?

Evet haklısınız gerçekten de öyle oldu. Ebeveynlik kitabım, gençlik romanım, çocuk romanlarım ve resimli çocuk hikayelerim şeklinde geniş bir alana yayıldı. Sanıyorum biraz karakterimin, biraz da düşünce yapımın etkisi... Monotonluktan pek hoşlanmadığımdan, kimi zaman yetişkin kimi zaman çocuk yanım ağır basıyor. Ben de yazarak, hak geçirmeden, içimdeki hiç bir duygunun, kafamdaki düşüncenin hakkını yemeden adil davranmaya çalışıyorum.
Gökyüzünden Gelen Gri Tüy’ün diğerlerinden ayrılan en belirgin tarafı, şu an için son kitabım olması. Yoksa hepsinin bende yeri ayrı… Fakat çok içime sinen, beni hem mutlu eden, hem umutlandıran, hem de hüzünlendiren bir hikaye oldu. Galiba çocuk tarafım, annesinin pastanesinde resim yapan kız, yetişkin tarafım da koşmayı bırakıp gökyüzüne kafasını kaldırıp bütün tüyleri gören, üzerine düşünen, hatta düşünmek için olduğu yerde bir kaç dakika sabit duran birisi olmak istiyor.

Şu an yaşamınızın oldukça hızlı ve koşturmalı olduğunun farkındayım. Belki yakın bir tarih için değil ama şartlar olgunlaştığında gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz var mı?  

Doğruyu söylemek gerekirse bence bu ara hepimizin en başarılı yaptığı şeylerden birisi hayal kurmak. Ben de bol bol kuruyorum. Ama bu süreçte hayallerimi de sade tutmayı öğrendim sanırım. En temel alışkanlıkların hatta gündelik hayatın kendisinin bile başlı başına hayal olduğu günler geçirdik, geçiriyoruz. Galiba sık sık çok kalabalık bir sofra hayal ediyorum. O sofrada “yaklaşma” dedikleri herkesi etrafıma toplayıp, kendimi epey geliştirme fırsatı bulduğum aşçılık meziyetlerimi sergileyerek güle oynaya yemek yiyoruz. Ama asıl hayal, yemek bitip sofradan kalktıktan sonra başlıyor. Yediklerimizi hazmedecek zamanı kendime tanıyorum. İtiraf edeyim, tek başımaysam yemekleri ayakta yerim, üstelik fazla çiğnemem bile. Çünkü benim hep acelem vardır. Hatta bu yüzden soda içerim. Gün içinde tamamlayabileceğim iş sayısı yirmiyse ben otuz beş tane koyarım. Yürürsem yetişemem, koşarım. İşte o sofradan kalkınca kenarda oturup hazmedeceğim. Sadece yemeği içmeyi değil, hayatı genel olarak çiğnemeden yutmayacak, her bir lokmasının, her bir saniyesinin kıymetini bileceğim.

İlginizi Çekebileceğini Düşündüğümüz Diğer Ropörtajlar
FACEBOOK YORUMLARI
YORUMLAR

Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.

Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..