Giriş Yapın

Facebook ile Bağlan Sizin adınıza paylaşım ve izinsiz gönderim yapmıyoruz.

Dicle Keskinoğlu

İlham Kaynağım Çocuklarım

Dicle Keskinoğlu ile Röportaj: İlham Kaynağım Çocuklarım

Uzun yıllardır dergimizin yazarı olan sevgili Dicle Keskinoğlu ile çıkardığı yeni kitapları vesilesiyle bir araya geldik. Üç çocuk annesi genç anne Dicle’nin yayınlanmış sekiz kitabı var. Onu ilk olarak “Beşikte Durduğu Gibi Durmuyor” kitabı ile tanıyanlar da var öncesinde yazdığı köşe yazılarıyla sevenler de. Unutulan değerler serisi olarak adlandırdığı ve ilkinin iyiliği konu aldığı “Şarjlı İyilik Asası” çocuk kitabını ve kendi hikayesini yeniden yazan bir genç kızın kuşakları birleştiren romanını konuştuk.

Bir de neydin, iki de ne oldun, üç de ne buldun?

İlk çocukta başkasın, üç çocukta bambaşkasın… Yirmi dört yaşında anne oldum. İlkinde gerçekten eline oyuncak bebek tutturulmuş küçük bir kız çocuğu gibiydim. Yirmi üç ay sonra tekrar anne oldum. Planlı bir hamilelikti. Büyük bir şaşkınlık olmadı ama sanırım cahil cesaretiydi benimkisi. Hem yola çıkıyorsun, çıktıktan sonra bu yolu ben nasıl gideceğim diyorsun. Hem de ikinciyi doğurmaya karar veriyorsun. Gerçekten hiçbir şey bilmeden ilk bebeğimi kucağıma almıştım. Birlikte ağlaya ağlaya birçok şeyi öğrendik kızımla. Üçüncüde de artık profesyonel anne olduğumu söyleyebilirim. Bu seferde farklı durumlar ortaya çıktı: Daha fazla korumacı, daha bilinçli oldum. Bu bezi nasıl değiştireceğim kaygıları yerini ya bana bir şey olursa bu çocuklara kim bakacakla yer değiştirdi. Daha kaygılı ve ayakları yere basan daha reel korkulara büründüm yani. Daha önceki küçük bir kız çocuğu korkularıydı.

Üç çocukla azımsanmayacak kadar da yazılar yazmaya hatta kitap çıkarmaya devam ettin. Köşe yazarlığı, dergiler, gazeteler… Bu tutku nasıl başladı ve devam etti?

Her zaman yazardım. Lisede kompozisyonlarım çok beğenilirdi. Sonra fark ettim ki ben yazabiliyorum ve bundan da keyif alıyorum. “Ben kesinlikle yazmalıyım.” derken üçüncü sınıfta “Bunu neden bir adım öteye taşımıyorum?” sorusunu sordum kendime. O dönem İzmir’de yerel bir dergide yazmaya başladım. Sonra 2009 yılında Habertürk Gazetesi’nde köşe yazarı oldum. Dokuz yıl burada yazdım. 2012 yılı itibariyle sizinle yollarımız kesişti. İlk kitabımı 2014 yılında çıkardım. Beşikte Durduğu Gibi Durmuyor diyerek anne ve adaylarına ulaştım. Kitap on sekizinci baskıyı yaptı. Başımdan geçen trajikomik anılarımı binlerce anneyle paylaşma şansı buldum. Peşinden de sırasıyla çocuk kitapları geldi. Kısa bir süre önce de ilk romanım çıktı.

Hem yazar oldun hem anne. İkisi de keyfi tadından yenmez bir durum olsa gerek. Bu yeniliklerle Dicle nasıl şekillendi?

Çocuktan önceki Dicle’yi şu anki Dicle sokakta görse tanıyamaz. Öncesinde benmerkezciydim. Şimdi ise hayatımın merkezinde çocuklar var. Bu demek değil ki sadece “çocuk” odaklı yaşıyorum. Demek istediğim, kendimden daha çok önemsediğim üç can var. Onların gelişimi ve birlikte güzel vakit geçirmemiz her şeyden önemli. Onlar mutluysa ben de mutluyum. Yaptığım iş de çocuklarımla yeterli vakit geçirmeme imkan sağlıyor. Anneliğe adım attığım ilk zamanlarda, her taze anne gibi ben de sadece “anne” olduğum bir dönemden geçtim. Orta yolu bulmak çok önemli. Kendimi gerçekleştirecek vakti yarattığımda daha mutlu dolayısıyla daha iyi ve verimli bir anneyim.

“Taze Başlangıç” kitabın aslında diğerlerinden biraz farklı öyle değil mi?

Evet, ilk romanım. Lise ve üniversite yıllarında yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak yazdığım bir kitap. Merkezinde gençler ve yaşını almış, 80 ve üzeri “delikanlıların” merkezde olduğu bir hikaye. Bu iki grup arasında köprü kuruyor. İçinde bol bol mizah, umut ve birazcık duygusallık var. Aslında yazmak istediğim ilk hikayeydi. Ama kısmet bu zamanaymış. Ana karakter Zeynep, hata yapma hakkını sonuna kadar kullanıp bol hata eşliğinde almış başını gidiyor. 21 yaşında, kaygan zeminde, eğreti kararlar eşliğinde sallanıyor. Yolu bir grup mühendis ile kesişiyor. Bu mühendisler, Zeynep’i temelden, sağlam bir genç haline getiriyorlar. Bu arada sık sık İzmir’e götürüyorum sizi, sokaklarında gezdiriyorum. Eski Türkiye’nin eğitim sistemine ve idealist gençleriyle tanıştırıyorum. Çok keyifle yazdım, umarım keyifle okunur.

Romanınla aynı dönem çıkan bir de çocuk kitabın var: “Şarjlı İyilik Asası”

Birçok konuya gönderme yapan bir kitap. Bu, bir serinin ilk kitabı. Devamında da yine çok güzel kitaplar geliyor olacak. Unuttuğumuz ama aslında hayatımızın merkezinde olması gereken değerleri ön plana çıkarmak istiyorum. İyilik, mutluluk, dostluk… Bunları anlatırken de “hepimiz iyi olmalıyız, doğayı sevelim” gibi klasik cümlelerle anlatmıyorum. Biraz teknolojiye gönderme yapıyorum; tamam kabul, teknoloji yıkıyor, temizliyor, ütülüyor, hatırlatıyor, not tutuyor falan her şeyi yapmaması gerekiyor. İnsana “insan” olduğunu hissettiren noktalarda, mümkünse kenara çekilmesi gerekiyor. Hikayede kahramanımız Peri, yolda şarjlı bir iyilik asası buluyor. Şarjlı olmasının bir sebebi var. Özellikle Peri’nin karşısına çıkmasında başka sebepler var. Öncelikle Peri’nin ailesi iyilikten hiç haz etmiyor. İnsanların başına ne gelirse “iyilikten” geldiğini düşünüyor. Asanın sonunda şarjı bitiyor. Peri’nin iyilikle imtihanı başlıyor. “İyilik” kelimesinin tadını aldıran farklı bir hikaye.

Oku demeyle olmuyor. Bu bir alışkanlık da nasıl kazandırmalı çocuklara?

Bu çok önemli bir konu. Gittiğim okullarda da bunu vurguluyorum. Çok kötü durumdayız bu konuda. Bayramda el öpme, yatmadan önce diş fırçalama gibi kalıplaşmış alışkanlıkları edindiriyoruz çocuklarımıza ama bunların arasında “kitap okumalıyız” yok. Bunu da öncelikli alışkanlıklar arasına ekleyebilsek, her şey çok daha kolay olacak. Nasıl ki kötü alışkanlıklar, şayet ailede meyili olan varsa daha hızlı taklit ediliyorsa, aynı mantıkla, kitap okuyan anne babanın kitap okuyan çocuğu olması yüksek muhtemel. Anne baba kitap okumuyor. Tüm gece çerez eşliğinde dizi izleniyor, sonra okula gidip “bizim çocuk hiç kitap okumuyor” diyorlar. Tabi ki okumaz çocuk, görmüyor ki. Yorgunluktan gözlerim kapansa da ayakta uyuyacak halde olsam da mutlaka yatmadan önce, çocuklarımın hepsine ayrı ayrı kitap okuyorum. Büyük kızım ikinci sınıfta, bir yıldır kendi kendine okuyabiliyor.  Ona da okuma konusunda iyi bir model oluşturmaya çalışıyorum.

Mizahı yazılarının vazgeçilmezi olan, mükemmel yoktur diyen naif bir duruşa sahip birisin. Peki başka nasıldır Dicle?

Bu kendi kendine, kendini anlatmak bana komik gelen bir şey. Hem de biraz kelimelerin sözlük karşılığı gibi. Halbuki kimsenin bir anı bir anına uymaz. Ama illa bir tanım yapmam gerekirse; tanımadığım ya da o an tanışmak istemediğim kişiye karşı müthiş soğuk davranabilirim. Fakat  modumdaysam muhabbetime doyum olmaz. Sanırım küçük çocuklar gibi bu ruh halim. Hani canları istemedi mi, annelerinin bacaklarının arasına saklanırlar ya... Çokça da yazma, okuma ve kendini geliştirme meraklısıyımdır. Hala sanki yeterince okul bitirmedim, kitap okumadım, yazmam gerekenleri yazmadım, yürümem gereken yolun başındayım.


“Yirmi dört yaş” eski kuşağa göre geç, yeniye göre erken. Peki ya sence?

Hiç evlenmeyi düşünmeyen ve tam da “evlenmeyeceğim diyenden kork” denen profilinde bir genç kızdım. Okul biter bitmez evlendim, arkasından anne adayı oldum. Yirmili yaşlarım; annelikle ve hamilelikle geçti. Ama bu süreçte kendime yatırımımı ihmal etmedim. Hamileyken bir yandan master yapıyordum bir yandan gazeteye, öte yandan dergiye yazıyordum. Kitaplarım çıkıyordu. Annelik müthiş bir şey ama ben “sadece anne” olmak istemiyordum. Bunları da yanında götürebildiğim için hiçbir pişmanlığım yok. İyi ki erken anne olmuşum, iyi ki birlikte büyümüşüz.

Annelerimize neler söylemek istersin?

Bugün çok tekrarladım son kez altını çizmek istiyorum; anne olmak müthiş bir şey. Ama en mucizevi tarafı; geriye bir iz bırakabilme lüksü. Ve bu iz aslına bakarsanız Zübeyde Hanım’a ithafen söylendiği gibi; “bir ülkenin kaderini değiştirebilir”. Çoğu ülkenin kaderini değiştiren tek bir lider değil midir? Bizim ülkemiz için de aynı şey söz konusu. Yetiştirdiğimiz çocuklarımızla, insanlık için küçük gözüken dev adımlar atabiliriz. Bu yüzden her annenin çocuğunu büyütürken, elinden gelenin en iyisini yapması, iyi bildiği her ne varsa, çocuğuna aktarması gerekiyor. Canından çok sevmeli, birlikte eğlenmeli ama en çok bu bilinçle hareket etmeliyiz.


Röportaj: Aslıhan GÜNDÜZ
Fotoğraf: Doku Photography


 

İlginizi Çekebileceğini Düşündüğümüz Diğer Ropörtajlar
FACEBOOK YORUMLARI
YORUMLAR

Yorumları görebilmek, soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşmak için facebook hesabınız ile giriş yapmalısınız.

Facebook’ta adınıza gönderim yapmadığınızı bilmenizi isteriz..